Türkiye’de kadınları koruyacağız diye kanunlara birçok kadın lehine adaletsizce maddeler koyuldu. Oysa kanunlar, cinsiyet, ırk, inanç vb. ayrımı yapmadan eşitlik ilkesiyle hazırlanmalı ve yargılamalar da buna göre yapılmalıdır. Ayrıca, kanunlarda olmayan ancak uygulamada var olan bazı durumlar da mevcuttur. Örneğin, "kadının beyanı esastır" gibi garabet bir durum söz konusu. Bunun yanlış amaçlarla kullanılabileceği biline biline uygulanıyor, fakat kanunlarda yer almıyor.
Diğer bir durum ise uzaklaştırma kararıdır. Birdenbire evinizden uzaklaştırılabiliyorsunuz. Paranız var mı, gidecek yeriniz var mı, eşyalarınız ne olacak, diye soran yok. Ayrıca toplum içinde ve çocuklarınıza karşı düşeceğiniz durum ise apayrı bir konu. Bir beyanla bunları yaşayabiliyorsunuz. Aynı durumu kadın yaşasa, devlet kalabileceği bir evi veriyor, bakımını üstleniyor.
Nafaka konusu ise başlı başına bir hukuksuzluk, adaletten yoksun bir durumdur. Şöyle ki:
Kadın kusurlu değilse evlilik boyunca emeğinin karşılığını maddi ve manevi tazminat adı altında zaten alıyor. Ancak bir de sanki kadın erkeğe hizmet etmek için onunla evlenmiş gibi kararlar veriliyor. Anlayacağınız şekilde şöyle anlatayım: Erkek bir iş yerinde patron, kadın ise o iş yerinde çalışan olarak düşünülüyor. Kadın işten ayrılınca kıdem tazminatı gibi tazminatlar alıyor. Oysa evlilik, iki kişinin özgür iradesiyle hayatlarını birleştirme esasına dayanır. Evlilikte kadının çalışmaması durumu erkekten kaynaklıysa, o zaman kadına tazminat alma hakkı olmalı. Aksi takdirde ne tazminatı? Evlilikten dolayı erkeğe yüklenen ek yükler ve sorumluluklardan kimse bahsetmiyor. Diğer bir konu ise; kadın genç, sağlıklı ve çocuklar büyümüş yani çalışmasına engel bir durum yok, ama çalışmadığı için nafaka kararı veriliyor. Boşanma ile kişiler hayatlarını ayırıyor. Nafaka ile hayatlar ayrılmadığı gibi, nafaka verenin yeni bir hayat kurmasına da engel olunuyor. Zaten yeni bir hayat kurması için tazminatlar veriliyor, ama nafaka, özellikle süresiz nafaka, nedir? Hele çalışmaya engel bir durumu yokken. Ayrıca, çocuklar için verilen nafaka durumu da ilginç. Çocuğa bakamayacak durumdaysa çocuğun velayetini neden almak istiyor? Karşı taraf çocuğun yabancısı mı?
Diğer bir konu ise yargılamada kadının lehine yapılanlar yetmiyormuş gibi, Türk hukukunda yeri olmayan mehir gibi konulara da Yargıtay el atmaya başladı. Kadının mehir alabileceğini ve hakkı olduğunu belirten birçok karar var. Mehir, İslam hukukunda yer alan bir haktır. Eğer mehir hakkı varsa maddi ve manevi tazminat nedir? Yargılamayı Türk hukukuna göre yapacaksanız, Türk hukukunda mehir olmadığı halde neden mehir kararı veriliyor? Yok, eğer İslam hukukuna göre yapılacaksa, o zaman işinize geleni seçmemelisiniz.
İslam hukukuna göre;
- Kısasa Kısas: İslam hukukunda, kısasa kısas, "suça denk ceza" anlamına gelir. Örneğin, kasten öldürme durumunda, mağdurun ailesi katilin de öldürülmesini talep edebilir. Ancak, mağdurun ailesi bu hakkından vazgeçip diyet (tazminat) talep edebilir veya suçluyu tamamen affedebilir.
- Diyet: Diyet, bir suç nedeniyle mağdurun veya mağdurun varislerine ödenen tazminattır. Cinayet veya bedeni yaralanma durumlarında uygulanır. Diyet, kısasa kısas uygulanmadığında veya mağdurun ailesi affettiğinde devreye girer.
- Hırsızlıkta El Kesme: İslam hukukunda, hırsızlık suçu için el kesme cezası uygulanabilir, ancak bu cezanın verilmesi belirli şartlara bağlıdır. Örneğin, çalınan malın değerinin belirli bir miktarın üzerinde olması, çalma niyetinin açıkça belli olması, kişinin zaruret içinde olmaması gibi şartlar aranır.
- Nafaka: İslam hukukunda, boşanma sonrası kadına "iddet" süresi (genellikle 3 ay 10 gün) boyunca nafaka verilir. İddet süresi dolduktan sonra nafaka sona erer. "Ömür boyu nafaka" kavramı İslam hukukunda yoktur.
- Ölünceye Kadar Taşlama (Recm): Recm cezası, zina eden evli kişiler için İslam hukukunda öngörülmüş bir cezadır. Ancak bu cezanın uygulanması, çok katı ve zorlayıcı kanıt şartlarına bağlıdır; örneğin, dört erkek tanığın zina fiilini açıkça görmesi gerekir.
- Üç Defa "Boş Ol" Diyerek Boşanma: İslam hukukunda erkek, "boş ol" demek suretiyle eşini boşayabilir. Bir defa "boş ol" denirse, boşanma süreci başlar. Ancak, eğer üç kez "boş ol" denirse, bu durumda boşanma kesinleşir ve çiftin tekrar evlenmesi, ancak kadının başka biriyle evlenip boşanmasından sonra (hülle) mümkün olabilir. Boşanma için uzun yıllar süren yargılama olmazdı.
- Dini Nikah: İslam hukukunda dini nikah (nikah-ı şer'î) geçerlidir ve yeterli kabul edilir. Resmi nikah, modern hukuk sistemlerinde zorunlu hale gelmiştir, ancak İslam hukukunda dini nikah tek başına geçerlidir. Sadece dini nikah geçerli olup resmi nikaha gerek kalmazdı.
Bu kurallar da uygulanabilir olmalı ki böyle bir durum söz konusu olamaz. Kanunların işimize gelen kısmını uygulayıp işimize gelmeyen kısmını göz ardı etmek adil değildir. Madem pozitif hukuk uygulanıyor, yargılamada eşitlik ilkesi gereği erkek açısından da pozitif hukuk olarak boşanma İslam hukukuna göre yapılabilirdi.
Bu yazı daha da uzatılabilir, birçok örnek verilebilir. Kısaca, Türk Medeni Kanunu tamamen elden geçirilmeli, hukuksuzluklar, eşitsizlikler ve adaletsizlikler giderilmelidir. İstisna sayılacak özel durumlar için geneli etkileyen kanunlar yapılmamalıdır. Bu durumlar için ayrı maddeler yer almalıdır.
Yukarıda okumayı sevmeyenler için özetle değindiğimiz bu konunun genişletilmiş hali şöyle;
1. Kadınları Koruma Adına Yapılan Hukuki Düzenlemeler ve Adaletsizlikler
Türkiye’de kadınları koruma amacıyla yapılan yasal düzenlemeler, özellikle son yıllarda, toplumsal cinsiyet eşitliği adına atılan önemli adımlar arasında yer almıştır. Ancak, bu düzenlemelerin bazıları, uygulamada adaletsizliklere ve toplumsal huzursuzluklara yol açabilmektedir. Hukukun temel ilkelerinden biri olan "eşitlik" ilkesi, her bireyin cinsiyet, ırk, inanç veya sosyal statü fark etmeksizin aynı haklara ve yükümlülüklere sahip olmasını gerektirir. Bu ilke, hukukun evrensel bir prensibi olarak kabul edilse de, kadınları koruma adına yapılan bazı düzenlemeler, erkeklerin haklarının ihlal edilmesine neden olabilmektedir. Özellikle "kadının beyanı esastır" gibi uygulamalar, yasal dayanağı olmamasına rağmen, yargı pratiğinde yer bulmakta ve adaletin objektifliği konusunda ciddi kaygılar yaratmaktadır. Bu tür uygulamalar, yalnızca yanlış niyetlerle kullanılma potansiyeline sahip olmakla kalmaz, aynı zamanda hukukun güvenilirliğini de zedeler. Adaletin sağlanabilmesi için, cinsiyet ayrımı gözetmeksizin her bireyin eşit şekilde korunması ve yargılamaların bu prensip doğrultusunda yapılması gereklidir.
2. Uzaklaştırma Kararı ve Getirdiği Sosyal ve Psikolojik Sorunlar
Uzaklaştırma kararı, kadına yönelik şiddetle mücadelede önemli bir araç olarak kabul edilmekte ve birçok durumda hayati bir rol oynamaktadır. Ancak, bu kararın uygulanma şekli ve sonuçları, kimi zaman ciddi sosyal ve psikolojik sorunlara yol açmaktadır. Bir erkeğin, herhangi bir ön araştırma yapılmadan, sadece bir beyan üzerine evinden uzaklaştırılması, kişiyi maddi ve manevi olarak zorluklarla karşı karşıya bırakabilir. Örneğin, bu kişi aniden kalacak bir yer bulmak zorunda kalabilir, iş hayatında sorunlar yaşayabilir veya toplum içinde damgalanabilir. Özellikle çocuklarıyla olan ilişkisi bu süreçten olumsuz etkilenebilir ve bu durum, hem çocukların hem de babanın psikolojik sağlığını bozabilir. Devletin, şiddet mağduru kadınlara sağladığı sosyal yardımlar ve barınma imkanları elbette önemlidir, ancak aynı hassasiyetin, haksız yere uzaklaştırılan erkekler için de gösterilmesi gereklidir. Adaletin sağlanması, her iki tarafın da haklarının korunması ve yargılamaların objektif bir şekilde yapılması ile mümkündür.
3. Nafaka Meselesi ve Hukuksuzluğa Yol Açan Uygulamalar
Nafaka konusu, boşanma süreçlerinde sıklıkla tartışılan ve birçok kişinin mağduriyetine yol açabilen bir meseledir. Nafaka, boşanma sonrası kadının ekonomik güvenliğini sağlamak adına verilen bir hak olarak görülse de, bu uygulamanın detayları ve süresi, adaletin sağlanması açısından sorunlar doğurabilmektedir. Kadının ekonomik durumunu iyileştirme amacıyla verilen maddi ve manevi tazminatlar, zaten bu ihtiyacı karşılamak için yeterlidir. Ancak, süresiz nafaka uygulaması, kadının çalışabilecek durumda olduğu hallerde bile devreye girmekte ve erkeğin ekonomik yükümlülüklerini ağırlaştırmaktadır. Bu durum, boşanan erkeklerin yeniden evlenme ve yeni bir hayat kurma özgürlüğünü kısıtlayabilir. Nafaka ödemeleri, kimi zaman ömür boyu sürebilmekte ve bu durum, hukukun temel adalet ve eşitlik ilkelerine aykırı düşmektedir. Hukukun amacı, taraflar arasında dengeli bir çözüm bulmak olmalıdır; bu nedenle, nafaka sistemi yeniden gözden geçirilmeli ve süresiz nafaka uygulaması gibi adaletsiz düzenlemeler düzeltilmelidir.
4. Yargılama Sürecinde Kadının Lehine Yapılan Uygulamalar ve Mehir Konusu
Türk hukuk sisteminde, kadınları koruma amacıyla yapılan düzenlemeler ve yargı uygulamaları, kimi zaman adaletin temel prensipleriyle çelişebilmektedir. Özellikle, Türk hukukunda yeri olmayan "mehir" gibi kavramların Yargıtay tarafından kabul görmesi, hukuki tutarlılığı ciddi şekilde zedelemektedir. Mehir, İslam hukukunda yer alan bir kavram olup, evlilik sırasında kadına verilen bir tür mali güvence olarak kabul edilir. Ancak, Türk Medeni Hukuku kapsamında bu kavramın yer almaması ve yine de uygulanıyor olması, hukukun objektifliğini sorgulatan bir durum yaratmaktadır. Eğer mehir hakkı tanınıyorsa, maddi ve manevi tazminat gibi hakların da yeniden değerlendirilmesi gerekir. Hukukun amacı, bireylerin haklarını adil bir şekilde korumaktır; bu bağlamda, hangi hukukun uygulanacağı konusunda net bir duruş sergilenmeli ve hukuki süreçlerde tutarsızlıklar ortadan kaldırılmalıdır. Bu tür çelişkiler, hukukun güvenilirliğini zedeleyebilir ve toplumda adalet duygusunun kaybolmasına neden olabilir.
5. Kanunların Gözden Geçirilmesi ve Eşitlik İlkesi
Türk Medeni Kanunu, uzun yıllar boyunca toplumun ihtiyaçlarına cevap vermek üzere çeşitli değişikliklere uğramış ve zamanla bazı bölümleri güncellenmiştir. Ancak, bu süreçte bazı düzenlemeler, hukukun evrensel adalet ilkelerine uygunluk göstermeyen sonuçlar doğurabilmiştir. Hukukun temel ilkelerinden biri olan eşitlik ilkesi, her bireyin haklarının adil bir şekilde korunmasını gerektirir. Ne yazık ki, mevcut kanunlarda yer alan bazı düzenlemeler, istisnai durumlar nedeniyle geneli etkileyen sonuçlar doğurmakta ve adaletsizliklere yol açabilmektedir. Örneğin, kadınları koruma adına yapılan bazı düzenlemeler, erkeklerin haklarını ihlal edebilmekte ve bu durum, toplumsal huzuru bozabilmektedir. Hukuk sistemi, bu tür istisnai durumlar için özel düzenlemeler yapmalı ve genel düzenlemeleri bu tür durumlarla sınırlamamalıdır. Kanunların yeniden gözden geçirilmesi, hukuksuzlukların, eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin giderilmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Her bireyin haklarını eşit şekilde koruyan bir hukuk sistemi, toplumsal barış ve adaletin sağlanması için vazgeçilmezdir.
0 Yorumlar